Tefekkür Aynası
 
Yüce Dağların Keşfi...
Dağın keşfedilmesi çabası görünürde heybetli maddi bir varlığın keşfi gibi gözükse de asıl amaç o varlığın taşıdığı ruhaniyeti algılamak ve o yüksekliklerin derinliğinde yatan ‘öz’ ile ‘insan öz’ü arasındaki paralellikleri keşfetmek olsa gerek.

Dağların yeryüzü için bir denge unsuru olduğu ilâhi kitapta önemine binaen pek çok yerde zikredilmiştir. Dağ bir zikir makamıdır. Orada her şey zikir halindedir. Kuşların ötüşmesi dalların sallanması yaprakların hışırtısı suların akışı her şey...

’ın yarattığı şeylerin gölgelerinin dahi nasıl sağdan soldan sürünüp ’a secde ederek döndüğünü görmediler mi?” (Nahl 48)

“Yedi gök arz ve bunların içinde bulunanlar O’nu tesbih ederler. O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ama siz onların tesbihlerini anlamazsınız. O halimdir çok bağışlayandır.” (İsra 44)

“Biz dağları onunla beraber tesbih etmeleri için boyun eğdirmiştik; akşam sabah onunla tesbih ederlerdi.” (Sâd 18)

Tabiatın aslî ögelerinden biri olan insanın da bu ilâhi orkestrada yerini alması bir zorunluluk veya yaratılışın bir gereği olsa gerektir. Bu bakış açısına kavuşmasıyla insan her biri birer ayet olan varlık aleminde hayret makamına yükselecektir.

Öz’e çağrı

Dağın çağrısına katılmak gülün bülbülü davet etmesi bülbülün de gülü araması ve bulması gibidir. Ancak bu kavuşma anında dağın ruhuna nüfuz edilebilir. Bilindiği gibi Divan Edebiyatı’nda gül maşuku bülbül ise aşığı sembolize eder. Gül ile bülbülün temsil ettiği şey ilâhi aşkın varlık düzeyindeki açılımlarıdır. Dağın ilâhi karakterini algılamak ve onun ilâhi olanı tesbih ettiğini hissetmek sükûtun başladığı bir zaman dilimidir.

Dağın keşfedilmesi çabası görünürde heybetli maddi bir varlığın keşfi gibi gözükse de asıl amaç o varlığın taşıdığı ruhaniyeti algılamak ve o yüksekliklerin derinliğinde yatan ‘öz’ ile ‘insan öz’ü arasındaki paralellikleri keşfetmek olsa gerek.

“...her tırmandığım yeni dağda her girdiğim yeni mağarada her gördüğüm değişik çiçekte kuşta böcekte benim ruhumu besleyen bir şey var. Yeni doğan günün ilk ışıklarında gökteki yıldızlarda ısıtan güneşte üşüten rüzgârda denizin mavisinde karın soğuğunda ağacın yeşilinde hep ruhumu besleyen bir şeyler var.” (N. Mahruki)

Bu keşfin dağın çağrısı ile başladığını unutmamak lazım. Bu çağrıyı duyanlar bu çağrıya katılanlar ve bu çağrıya katılmada sebat gösterenler ancak keşf yolculuğuna çıkabiliyor. Bu keşf artık ilâhi seyahatin bir başlangıcıdır; ulu bir dağ mekânında başlayan ve mekân ötesine geçilebilen nuranî bir seyahat...

Varlığın bütün boyutları

Sâfî’nin “Şu dağda anlaşılmaz bir sâdâ var..” dediği gibi dağın kendisine has bir musikîsi vardır. Bu musikî insana hem kendisinin tabiattan kopuşunu hem onun ulaşması gereken varlık bütünlüğünü hatırlatabilir.

Dağı tüm boyutları ile keşfetmek için zamanın diğer bir parçası olan geceyi de dağda yaşamak lazımdır. Hazreti Yunus’un “Dağlar ile taşlar ile çağırayım Mevlâm seni” mısraındaki sırlar gibi dağın barındırdığı gizemler de belki geceleyin parça parça ortaya dökülecektir.

İnsanın da içinde bulunduğu alemde aslında tüm yaratılmışlara sürekli bir çağrı var. Bu çağrının odaklandığı noktalar ’ın ayetleri olan doğallığı ve güzelliği barındıran yüceliği temsil eden tabiat ögeleridir. Kimisi bu çağrıyı Hz. Yunus a.s. gibi denizden alır kimisi de Hz. Musa a.s. gibi dağdan. Hemen hemen tüm peygamberlerin bir dağ tecrübesi yaşadıkları da inkâr edilemez bir gerçektir.

Dağ kıyısız bir denizdir. Bu denize dalmak kıyıya vuran dalgalardan deryanın enginliğine ulaşmak demektir. Bir dalgıç gibi okyanusun derinliklerine dalınabilinirse ‘inci’ elde edilebilir. İnci içinde tüm özleri barındıran bir damladır.
Dağ kötülükleri barındırmaz. Kötülükler modernize edilmiş kentin içindedir. Onun için günümüzde dağa çıkış insanın içinde kendi cehennemi haline gelen kentten kaçıştır. Bu kaçış Hazreti Nuh’un gemisinin Cudi Dağı’na oturması gibidir.

Yeniden yapılanmak

“En iyisi kırlara çıkmak. 20. Yüzyılın son çeyreğinde bütün dünyada tüm kentler ağıtlarla bağlanmıştır birbirine.” (N. Pakdil)

Dağa çıkış fizikötesi duyguların hakim olduğu ortamı bulma arayışıdır. Dağı yaşamak dağı duyumsayabilmek insanın “eşyalaşmış bir organizma” olmasını engelleyebilir. Bu özelliğinden dolayıdır ki dağ bir diriliş mekânıdır.

“Ölüm düşüncesini üretir kent” diyen şair devamlı kentte yaşayan kişinin hayatın doğallığı karşısındaki zavallılığını bakın nasıl anlatıyor:

“Kimsenin dağdan yok haberi / Dünyayı daraltmış insan kendi kendine.”

Kent ile dağ arasında şu temel fark vardır: “Kent seslenir tenimize / Dağ çıkarır bizi temize”. Yani bugünkü modern kent ‘yıkıcı’ iken dağ ‘yapıcı’ bir rol oynamaktadır. Dağda yapılanan insanların bir medeniyet bilinciyle şehirleri ihya etmeleri Hz. İbrahim’in yüklendiği bir görev misali halen karşımızda durmakta olduğunu unutmamalıyız.

Her çıkışın bir amacı vardır. Niçin dağa çıkmak ve onun şefkatli kucağında huzur bulmak isteriz? Arınmak ve yeniden yapılanmak orada dirilmek için değil mi? Olgunlaşmış haliyle insanın içinde yaşadığı şehre ulaştıracağı yoğun mesajları yok mudur? Hz. Peygamberimiz s.a.v.’in Hira’dan dönmesinde yaşananlar gibi...
Ahmet ALEMDAR
semerkand dergisinden
(
www.tevbe.org/)
 
Facebook beğen
 
 
bu siteyi 83303 ziyaretçigördü
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol