Efendimizin İslama Açık Daveti
Efendimizin İslama Açık Daveti

Peygamber Efendimiz, ilk önce halkı İslam dînine gizlice dâvete ve putlardan ayırmağa başladı. Kendisine, daha ziyâde gençlerle halkın zayıf ve daha fakir olanları îmân etti. Zâten ilk emir, onların ibâdetlerini gizli olarak yapması idi. Çünkü kendilerine îmân etmeyenlerden bir zarar gelebilirdi. Hatta, namazda Kur'ân-ı Kerim açık açık okunmazdı. Herkes okuduğu şeyi gizli olarak okurdu. Bu hâl üç yıl böyle devam etti.

            Bu zaman içinde İslâmiyet'i kabul edenlerin sayısı kırka yükseldi. Artık, İslâmiyet'in tamamıyla meydana çıkarılması, cemiyet meydanında bayraklaştırılması, İslâma açıktan dâvet zamanı gelmişti. Peygamber Efendimiz, alenî tebliğatta bulunmakla emrolundu.

             Şu Âyet-i Kerîmeler nâzil oldu:


            "Ve enzir aşîretekel akrabîyn...
(Yakın akrabalarını inzar et. Cenneti, cehennemi, ahkâm-ı Rabbâniyyeyi tebliğ etmek suretiyle korkut. Hakk'a dâvet edip uyar. Mü'minlere, Sana tâbi olanlara rahmet ve himâye kanatlarını aç, indir. Şâyet, sana âsî olup karşı dururlarsa, onlara; «Ben sizin işlediklerinizden tamamiyle uzağım» de.)"  (Sûre-i Şuara, âyet 214-216).

            "Fesdağ bimâ tü'mer..
(Sana emrolunanı açıktan açığa beyân et, müşriklerden yüz çevir.)" (Sûre-i Hıcır, âyet 94).

            Bu âyetler nâzil olunca, ilk iş olarak da, o âna kadar gizli okunan Kur'ân açıkça ve yüksek sesle okunmağa, İslâma dâvet de açık açık yapılmağa başlandı.


            Akrabalarına İlk Da'vet ve Bir Mûcize

            Peygamber Efendimiz, Hz.Ali'yi çağırarak; "Bize bir kişilik et yemeği yap ve bir kap da süt doldur. Sonra Abdulmuttaliboğullarını bana çağır. Onlarla konuşacağım, emrolunduğum şeyi onlara ulaştıracağım" dedi.

            Hz.Ali, yemeği yaptıktan sonra Abdulmuttaliboğullarını Ebû Tâlib'in evine çağırdı. Dâvetliler; Peygamber Efendimizin, amcaları Ebû Tâlib, Abbas, Hamza, Ebû Leheb ve Abdimenafoğullarından bâzıları olmak üzere, ikisi kadın kırkbeş kişi idiler.

            Peygamber Efendimiz, bir insanın tek başına yiyebileceği eti parçaladı, dâvetlilere; "Bismillah! Buyurun!" dedi.

            Hepsi ondan doyasıya yediler. Her birisinin ancak ellerinin uzandığı yerlerden, azıcık bir kısmının eksildiğini gördüler. Sonra bir insanın yalınız başına içebileceği kadar bir kaptaki sütü içmeğe başladılar. Her birisi ondan da kanasıya içtiler. Etin ve sütün kalanları, sanki hiç el dokunulmamış, yenilmemiş, içilmemiş gibi idi.

            Peygamber Efendimiz, sırasını getirerek, onları Allâh'a îman ve ibâdete dâvete başlamıştı ki Ebû Lehep hemen ortaya atıldı ve (ibret alması gereken yemek mûcizesinden hiçbir ibret ve intibah almadığı gibi); "Biz bu günkü gibi bir sihir görmedik" diyerek, ilâhi tebliğe karşı çıktı, Cemaatı dağıttı.


                Akrabalarına İkinci Da'vet

            İlk dâvette, Ebû Leheb'in çirkin sözleri ve davranışı Allah Rasûlü'nün çok ağırına gitti. Günlerce bekledi. Sonra Cebrâil (A.S.) gelip, «Allâh'ın emrini daha fazla geciktirmeden yerine getirmesi gerektiğini» Peygamber Efendimiz'e tebliğ etti ve kendisini cesâretlendirdi.

            Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, Hz.Ali'yi çağırdı; "Ey Ali! Şu adam, senin de işittiğin gibi, sözleri ile önüme geçti ve mani oldu. Ben onlarla konuşamadan dağıldılar. Sen önce yaptığın gibi yine bize yemek yap. Sonra onları bana topla." dedi.

            Bu ikinci toplantıda da yenilip içildikten sonra Allah Rasûlü;
"Hamd Allâh'a yaraşır ki Ben O'na hamd ederim. Yardımı da ondan dilerim. O'na inanır, O'na dayanırım. Şüphesiz bilir ve bildiririm ki Allah'dan başka ilah yoktur. O birdir, O'nun eşi ve ortağı yoktur. Her halde, otlak aramağa gönderilen bir kimse gelip âilesine yalan söylemez. Vallâhi Ben, kimseye yalan söylemem, bütün insanlara yalan söylemiş olsam dahi yine size karşı yalan söylemem. Bütün insanları aldatmış olsam yine sizi aldatmam. Sizi dâvet ettiğim Allah, öyle bir Allah'dır ki ondan başka ilah yoktur. Ben de O Allâh'ın hâssaten size, umûmî olarak da bütün insanlara gönderdiği Peygamberim. Vallâhi siz, uykuya daldığınız gibi, öleceksiniz. Uykudan uyandığınız gibi diriltilecek ve bütün yaptıklarınızdan hesaba çekileceksiniz. İyiliklerinizin karşılığında iyilik, kötülüklerinizin karşılığında da cezâ göreceksiniz. Bunlar ya temelli cennette kalmak ya da temelli cehennemde kalmaktır. İnsanlardan âhiret azabıyla ilk korkuttuğum kimseler sizlersiniz." dedi.

            Bu sözler üzerine Ebû Leheb'den başkası, hepsi yumuşak ve müsâit sözler söylediler.


            İki Şeye Da'vet ve Hz.Ali'nin Mukabelesi

            Peygamber Efendimiz; "Ey Abdülmuttaliboğulları! Vallâhi, Araplar içinde, benim size getirdiğim dünyâ ve âhiretiniz için hayırlı olan şeyden daha üstününü ve hayırlısını kavmine getirmiş bir yiğit bilmiyorum. Ben sizi, dile kolay gelen, mîzanda ağır basan iki kelimeye dâvet ediyorum ki, o da; «Allah'dan başka ilah bulunmadığına ve benim de, Allâh'ın Rasûlü olduğuma şehâdet getirmenizdir.» Yüce Allah, sizi buna dâvet etmemi emir buyurdu. Siz bu hususta, görmediğiniz mûcizelerden bâzısını da gördünüz. O halde, hanginiz bana bu yolda icâbet ederek vezîrim ve yardımcım olur?" dedi.

            Bu sözleri duyunca hepsi sustular. Peygamber Efendimiz, bu sözlerini üç defa tekrarladı.

            Diğerlerinin sükûtuna mukâbil, her def'asında ayağa kalkan Hz.Ali üçüncüde de ayağa kalkarak; "Yâ Rasûlellah!.. Sana yardımcı ben olurum ben! Gerçi, bunların yaşça en küçüğüyüm. Görüşüm kısa, vücudum bücür, kollarım zayıf, baldırları en incesiyim. Fakat, buna rağmen ben bu işte senin vezîrin ve yardımcın olurum." dedi.

            Orada bulunanlar buna güldüler, gözlerini bir Ebû Tâlib'e bir de bu sözleri söyleyen çocuğa çevirdiler. Henüz onüç yaşında olan bu çocuk neler söylüyordu. Hâl böyle iken, hâlâ nasibsizler gözyaşı içinde boğulmuyor, erimiyor, kendinden geçmiyor ve teslim olmuyorlardı. Çare yoktu. Allâh'ın mühürlediği kalbi kimse açamazdı. Fakat hidâyetten nasîbi olanlara da kimse mâni olamazdı.


                Daha Geniş Çapta Da'vet

            Peygamber Efendimiz, kendi yakın akrabâlarını Hakk'a dâvetten sonra sıra bütün Mekke halkına gelmişti. Bir gün evinden çıkıp Safâ tepesine vardı. Orada, yüksek bir taşın üzerine çıktı. Şehâdet parmaklarını kulaklarına koyup;

            "Yâ Sabâhâh! Yâ Ben-î Kureyş! Yâ Ben-î Haşim! Yâ Ben-î Fehir!

            (Ey Kureyşoğulları, Ey Haşimoğulları, Ey Fehiroğulları) Koşun ey Kureyş topluluğu, size önemli bir haberim var." diye seslendi.

            Bu öyle bir dâvetti ki, Fahri Kâinât'ın çağrısı, bir mûcize olarak altı saat uzaklardan duyuldu. Çünkü, Fahri Kâinât, adeta mânevi bir radyo ile konuşmuştu. Kendilerine hitâb eden, sıradan bir kimse değildi. Bir peygamberdi.

            Yakından uzaktan herkes duyarak, gelip önünde toplandılar. Peygamberimiz, onlara şunu sordu: "Ben size şu dağın arkasından bir düşman ordusu geliyor desem inanır mısınız?" Oradakilerin hepsi birden semâları çınlatan bir sesle; "Evet! Evet! Evet! İnanırız. Çünkü, Senden hiçbir yalan duymadık. Riyâ görmedik. Sen aramızda doğruluğun, dürüstlüğün mücessem bir timsâlisin. Muhammed'ül Emin'sin." dediler.

            Bunun üzerine Peygamber Efendimiz de;

         "Ben size, önünüzdeki şiddetli azabın bildiricisiyim. Yüce Allah, bana en yakın akrabâlarımı âhiret azabıyla korkutmamı emretti. Sizi
«Lâ ilâhe İllallâhü vahdehû lâ şerîke leh (Allahdan başka ilah yoktur. O birdir. O'nun eşi, ortağı yoktur)» diye şehâdet getirip îman etmeğe dâvet ediyorum! Ben de O Allâh'ın kulu ve Rasûlüyüm! Söylediğimi kabul ve tasdik ederseniz cennete gireceğinize taahhüt ederim. Siz «Lâ ilâhe illallah» demedikçe, ben size ne dünyâda bir fâide, ne de âhirette bir nasip sağlayabilirim, îman ediniz!" dedi.
 
 
 
Facebook beğen
 
 
bu siteyi 83483 ziyaretçigördü
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol