Âyet ve hadislerle tasavvuf.

Âyet ve hadislerle tasavvuf.

İslâm tasavvufunun menşeini inceleyen bazı zâtlar, İslâm öncesi tasavvufî akımlarda da benzeri esasları gördüklerinden, onu ya Hint’te, ya İran’da, veya daha başka yerlerde aramışlardır. Halbuki, İslâm tasavvufunu doğrudan doğruya Kur’ânda ve Resulullah’ın (asm.) hayatında aramak lâzım gelir.
Çünkü tasavvufta yer alan "zikir, fikir, nefis terbiyesi" gibi esaslar, Kur’ânda çokça bahsedilen konulardır. "Yaşayan Kur’ân" durumunda olan Resulullah ise, tasavvufi hayatın en zirve tatbikini göstermiştir."

Nitekim bir ayeti kerimede şöyle buyurulmuştur: " Andolsun, Allahın Resûlünde sizin için; Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah'ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır." [Ahzab 21]

Dolayısıyla tasavvufu ayrı bir din olarak göstermeye çalışanlar tamamen yanılmaktadırlar.

Tasavvuf, Allah yoluna davet eder, ruhu temizler, hayatta zühdü ve takvayı, ahiret âlemine sevgiyi aşılar.Islâmın ruhuna zıt olan, acâib felsefi görüşlerden, insanları uzaklaştırır.

Tasavvuf, İslâmın bildirdiği hedeflere ulaşmada etkili bir yoldur. Bu hedeflerden bir kısmını şu şekilde sıralayabiliriz:

(1)Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmak.Yani kalp ve ruhunu, Cenab-ı Hakk’ın razı olduğu sıfatlarla donatmaya çalışmak. İlahi ahlak, en kısa ifadesiyle, "Kur’an ahlakıdır".

(2) Sünnet-i seniyyeye ittiba. Yani, Resulullah’ın hayatını örnek almak..

(3)Nefsi terbiye. Tabiatında günahlara meyil bulunan nefis, terbiye ile güzel bir vaziyet kazanabilir..

(4)Allah’a kurbiyet. Yani, Allah’a yakınlık kazanmak..

(5)İhsan mertebesine ulaşmak,ve ihsani elde etmek.. Hz. Peygamberin (asm.) tarifinde ihsan, "Allah’ı görür gibi ibadet etmektir."

 

Tasavvuf, İslam ahlakı ile süslenmektir.

Nitekim : İbn Abbas'tan Rasulullah şöyle buyurdu: "En hayırlınız ahlakı en güzel olanınızdır."

Tasavvuf, ölmeden önce ölmektir.

Tasavvuf, edepten ibarettir.

Tasavvuf, zühd hayatıdır.

Hz. Peygamber, zühdün; helâllara haram kılmak veya malı telef etmek değil, elde olana güvenmemek olduğunu bildirmiştir (Tirmizî, Zühd 29; İbn Mâce, Zühd, 1).

Ebu Zer (r.a.) anlatiyor Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurdu:
"Dünyada zâhidlik, helâl olan şeyi kendine haram etmek ve malı ziyan etmekle olmaz. Zira zühd, Allah katında olana, kendi elindekinden daha çok güvenmek, bir bela ile karşılaştığı zaman, ondan elde edeceğin sevap nedeniyle, o belanın kalmasını daha çok istemendir." ( Tirmizî )

Bazılarının iddia ettiği gibi,tasavvuf ehli,dünyadan tamamen el etek çekmiş ve cihaddan da uzak durmuş değillerdir.Onlar hem küçük hemde büyük cihad ile meşkul oldukları olmuştur.Büyük cihad,en zor nefis ile olan cihaddır.Nitekim Peygamber efendimiz bir savaştan dönünce şöyle buyurdular:
(Küçük cihaddan döndük, nefsle olan büyük cihada başladık.) [Deylemi, Beyheki, Hatibi Bağdadi, İ. Gazalî, İ.Süyuti]

"Gizli düşmanla savaşmak açık düşmanla savaşmaktan daha önemlidir. Çünkü açık (zahirî) düşman eğer bir fırsatını bulursa, seninle dünya malı hususunda savaşır. Gizli (bâtınî) düşman ise, fırsatını bulursa din ve kesin hakikat bilgisi hususunda savaşır. Aynı şekilde, açık düşman bize galip gelse de yine ecrimizi alırız. Ama gizli düşman bize galip gelirse, o zaman fitneye düşeriz. Bunun gibi, açık düşmanın öldürdüğü kimse şehit olur, gizli düşmanın öldürdüğü kimse ise Allah'ın rahmetinden uzaklaştırılır. Bundan dolayı gizli düşmanın şerrinden kaçınmak daha evlâdır. Bu da ancak kişinin kalbi ve diliyle demesiyle olur."[Tefsiri Kebir]

Tasavvufun mühim esaslarından biri, dünyayı terk etmektir. Şüphesiz bu terk, kesb (çalışma) yönünden değil, kalp yönündendir.

Zühd sahibi olanlara; zahid denilir. Zühd, dünyayı tamamen terk edip çalışmayı bırakmak, dünya nimetlerine sırt çevirip, kuru ekmek yiyerek aba giymek değil, lezzet verici şeyleri azaltmak, onlara dalmamaktır. Başka bir ifadeyle: Ahireti unutup, dünyaya esir olmamaktır.

Tasavvuf, Allahü teâlâyı, görür gibi ibadet etmektir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allahü teâlâyı görür gibi ibadet et! Sen Onu görmüyorsan da, O seni görüyor.) [Buhari]

Kalbin, kötü huylardan temizlenmesi için, Allah için olmayan her şeyin sevgisini kalbden çıkarmak gerekir. Bu yolda ilerlemek Peygamberlerin ahlakındandır.

Kötü sıfatlar, cahillik, öfke, riya, kin, haset, kibir, ucup cimrilik, mal ve makam sevgisi, övülmeyi sevmek, ayıplamaktan korkmak, suizan, övünmek gibi şeylerdir.

Bunlar nefsi emmarenin huyları ve sıfatlarıdır.Binaenaleyh, tasavvufu içinde barındıran,bozulmamış gerçek tarikatların maksadı, bu kötü huylardan kişiyi kurtarmak ve saf hâle getirmektir.

Nitekim ayeti kerimede şöyle buyurulmuştur :

"Nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir".[Şems 9]

"Nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder" (Yusuf/ 53) ayetinde Allah Teâlâ Hazretleri Nefsi Emmare den bahsetmektedir.

Evliyalığa kavuşturan yol tasavvuftur. Tasavvuf yolunda ilerleyebilmek için, Allah’tan başka her şeyin sevgisini kalbden çıkarmak lazımdır.

Işte tasavvufun gayesi kalbten mâsivayi(Allah'tan gayri her şeyi) silmektir.

Acaba bu masiva nasıl terk edilecektir? Bunun için ashab-ı tarik birtakım yollar göstermiştir. Bunların arasında üzerinde en çok durulan zikir yoludur. Zikir yolu, en kestirme bir tarik (yol) dur, zikrin ne yolda yapılacağını iyi bilmek lazımdır. Yoksa şairin:
"Tesbih elde, tevbe dudakta iken, gönül günaha girilecek bir iş düşünecek olursa, bizzat günahın kendisi, yani onu bize telkin eden şeytan, bu tevbemize gülecektir".

Ayeti kerimede şöyle buyurulmaktadır:

"Bunlar iman edenler ve gönülleri Allah'ın zikriyle sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalbler ancak Allah'ı anmakla sükûnet bulur".(Ra'd 28)

Başka bir ayeti kerimede de şöyle buyurulmuştur: "Hem kendisi Allah'ı unutmuş, hem de Allah'ın, kendilerini kendilerine unutturduğu kimseler gibi olmayın. İşte bunlar fasıkların ta kendileridir" (Haşr, 19).

Tasavvuf yolunda ilerlemek, Allahü teâlânın ismini çok zikretmekle olur. Bu zikir de, İslam dininin emrettiği bir ibadettir. Zikretmek, âyet-i kerimelerde ve hadis-i şeriflerde övülmüş ve emredilmiştir. Tasavvuf yolunda ilerleyebilmek için, İslam dininin yasakladığı şeylerden sakınmak şarttır. Farzları yapmak, insanı bu yolda ilerletir. Tasavvuf yolunu bilen ve yolculara önderlik edebilen bir Rehber [Mürşid] aramak da, İslam dininin emrettiği bir şeydir.

Maide suresinin 35. âyetinde, (Ona kavuşmak için vesile arayınız) buyuruldu. (Vesile, insan-ı kâmil veya mürşidi kâmil de demektir).

Bir ayeti kerimede şöyle buyurulmaktadir:

"Ey iman edenler, Allah`tan korkun ve sadıklarla beraber olun" (Et-Tevbe suresi 119)

Şeyh, yol gösteren arif kişi, mürid ise, şeyhe bağlı kimse anlamındadır. Şeyh (mürşid), insanları halktan Hakka ulaştırmada bir rehber, bir kılavuzdur. Okulda hoca ne ise, dergâhta mürşit de odur. Hoca, daha çok akla hitap eder. Mürşit ise, ruhla meşgul olur. Mürşidin yüzü nuranî, sözü Rabbanîdir.(Âlimler, Peygamberlerin vârisleridir) hadis-i şerifi ile bildirilen âlimler, bildikleri ile amel eden, takva sahibi olan, Peygamberlerdeki ilimlerin hepsine kavuşan hakiki âlimlerdir. Tüm mürşidi kâmiller peygamber vârisleridir.

Ebu hureyre (r.a.) dan Allah resûlü (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Allahı ananlar (zikr edenler) ile onları dost edinenler, âlimler ve ilim talep edenler dışında, dünya ve içindekiler lânetlidir." [Tirmizî.]

Îbni Amr (r.a.) rivayet ediyor,resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Zikir ehlinin meclislerinin ganimeti, Cennettir".[Müsned,Câmiussağir]

Allahı unutmamak,kalbi O'na bağlamak ve hatırdan çıkarmamak,tasavvufun gayelerindendir.

Ayeti kerimede şöyle buyurulmuştur:"Allah tealâyı çok zikredin." (Ahzab 41)

Hadisi kudside Cenabı Hak şöyle buyurdu :"Kulum,beni zikrettiği ve dudakları benim zikrimle kıpırdadığı müddetce,ben o kulumla beraberim".[Ibni Mâce,Ebû Hüreyre (r.a.) dan]

Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurdu :
"Cenabı ALLAH’ın yollarda dolaşıp zikir ehlini arayan bir takım melekleri vardır. ALLAH’ı zikreden bir topluluk gördükleri zaman; buraya hacetinize gelin diye nida ederler. Onlar hemen kanatlarıyla zikir edenlerin etrafını Dünya semasına kadar kuşatırlar. Cenabı Hak (cc) o meleklere nida ederek ; "Şahit olun ben onları bağışladım." buyurur. Meleklerden biri ; "Ya Rabbi onların içinde biri var ki, zikir ehlinden değil. Ancak bir işi için bu meclise girdi." der. Cenabı Hak (cc) da o meleğe şöyle nida eder; "oda onların meclis arkadaşıdır, o zikir ehliyle oturan şaki olmaz ." [Buhari ve Müslim.Muhtaru’l Ehadis]

Diğer bir hadisi şerifte de şöyle buyurdu;

"İnsanların bir kısmı zikrullahın anahtarıdır. Onlar görüldüğünde Allah (c.c) zikr olunur."
Şerh; Bu hadisi şerif Allah’ın velilerine ve mürşitlere işaret etmektedir. Allah’ın velileri görüldüğü zaman Allah’ı hatırlatır, Allah’ın anılmasına sebep olurlar.[Feyzü’l Kadir]

Başka hadisi şeriflerde de şöyle buyurmuştur :
(Her şeyin bir kaynağı vardır. Takvanın kaynağı, âriflerin kalbleridir.) [Taberani]
(Salihleri anmak, günahları temizler.) [Deylemi]
(Âlimin yanında bulunmak ibadettir.) [Deylemi]
(Âlimin yüzüne bakmak ibadettir.) [Deylemi]
(Zikir, sadakadan daha faydalıdır.) [ibni Hibban, Beyheki]
(Zikir, nafile oruçtan daha hayırlıdır.) [Deylemi, Beyheki]

(Her hastalığın şifası vardır. Kalbin şifası, Allahü teâlâyı zikretmektir.)
[Deylemi, Beyheki, Münavi]
(Derecesi en yüksek olanlar, Allahü teâlâyı zikredenlerdir.) [Beyheki]
(Allahü teâlâyı çok zikredeni, Allahü teâlâ sever.) [Beyheki]
‘‘Müfridler öncelik ( hakkını )almışlardır.’’ Müfridler kimlerdir, dediler. ‘‘Allah Teâlâ’nın zikrinde aşırı düşkünlük gösterenlerdir .Zikir onlardan (günah) ağırlığı(nı)düşürür. Artık kıyamet gününde onlar süratle gelirler.’’(Tirmizî hadis no :3596) Müslim’in rivayetinde ise: ‘‘ Onlar erkek ve kadınlardan Allah Teâlâ’yı çok zikir edenlerdir.’’buyrulmuştur.

Muaz b. Cebel (r.a.) anlatıyor,resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu :" Âdemoğlu, Allah'ın zikrinden daha çok kendisini azaptan kurtaracak bir amel yapmamıştır ".[Taberani]

Ebû Derdâ (r.a.) anlatıyor,resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu :" Size amellerin en hayırlısını, Allah teâla'nın yanında en temiz olanını, Allah (c.c.) katında derecelerinizi en çok yükseltenini ve sizin için altın ve gümüş infak etmekten,harp meydanlarında düşmanlarınızla karşılaşıp onların boyunlarını vurmaktan ve düşmanlarınızın sizin boynunuzu vurmaktan daha hayırlı amelleri haber vereyim mi? Ashâb: Haber ver, yâ Resûlallah !..dediler.Bunun üzerine,peygamber efendimiz: Allah'ı zikr etmektir " buyurdu .[Ibni Mace]

Abdullah b. Bûsiri (r.a.) anlatıyor : Birisi peygamberin huzuruna gelerek :"Yâ resûlallah ! Islâmın emirleri çoğaldı; bana bir şey haber ver ki,ona sımsıkı sarılayım" dedi.Peygamber efendimiz ona cevaben: "Allah Teâlayı zikr etmeye devam et " buyurdu.[Tirmizi]

Ebu Said El-Hudri (r.a.) anlatıyor,resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu :" Allah'ı çok zikr edin, tâ ki münafıklar mecnun diyene kadar".[Hakim,Beyhaki]

Abdullah b. Mağfil (r.a.) anlatıyor,resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu :" Bir topluluk bir yere toplanır da Allah'ı zikr ederlerse,bir münâdi onlara: (Mağfiret olundunuz,kalkınız.Günahlarınız sevâba tebdil kılındı) diye nida eder ".[Beyhaki]

Eşref Ali Tanevî (rah), Rasûlullah (a s)’ın :
"Allah’ın evlerinden birinde toplanıp Kur’an okuyan, ilim müzakere eden, zikirle meşgul olan bir topluluğun üzerine muhakkak ilahî sekinet iner, kendilerini rahmet kaplar, melekler etraflarını çepeçevre kuşatıp onlara dua ve istiğfar ederler. Allah onları melekleri yanında zikreder." [Ebu Davud, Vitr, 14; İbnu Mace, Mukaddime, 17. ] hadisinden şu sonuçları çıkarır:

"Müminlerin bir araya gelerek zikir yapmaları neticesinde, kalbde zikre karşı muhabbet uyanır, kalblerin nuru birbirine yansır, manevî şevk ve ilahî zevk hasıl olur. Ayrıca zikre devamlılık kolaylaşır.
Bu hadisten, toplu zikir için dergah ve benzeri yerler yapmanın güzel olduğu ortaya çıkıyor. Sahabe-i Kiram (r.anhüm) ve Tabiun, sağlam bir iman ve temiz kalp sahibi idiler. Ayrıca saadet asrının nur ve feyzine yakındılar. Bu sebeple zikir çekmek ve onu bir meleke haline getirmek için mescitlerin dışında ayrıca bir mekana ihtiyaç duymuyorlardı. Fakat sonraki devirlerde, insanların tabiatları bozuldu, durumları değişti. Bu sebeple devamlı zikir hâlini korumak ve takva ahlakını yaşamak zor oldu. Bunun için şeyhler, kalabalıklardan uzak yerlerde dergah, tekke ve benzeri yerler yapmaya başladılar. Hadiste geçen ‘Allah’ın evleri’ ifadesi, her ne kadar ‘mescidleri’ şeklinde açıklanmışsa da, gayenin aynı olmasından dolayı; dergahları da bu ifadenin içinde mütalaâ etmek mümkündür.

Hadisten çıkarabileceğimiz bir diğer sonuç da ‘nisbet’ diye isimlendirilen manevî nimetlerden istifadenin mümkün olduğudur. Görüyoruz ki, zikirle meşgul olmaktan dolayı kalpte yüksek haller ve lezzetli durumlar meydana gelmektedir. Bu hal sürekli olunca manevi ilerleme elde edilmektedir. Hadiste ‘sekînet’ lafzı ile tabir edilen manevî nimetlere, sufilerin ıstılahında ‘nisbet’’ denilmektedir." [Eşref Ali et-Tanevî, Hadislerle Tasavvuf, 53, 54. ]

Zamanımızda bozulmamış olan tarikatlerin sayısı maalesef azdır.Bozulmuş olanlar da ise nice hurafe ve bidatlere,islamla alakası olmayan davranış ve inançlara rastlamak mümkündür.Bundan dolayıdır ki mürşidi kâmiller,insanları sahte şeyh ve tarikatlere karşı uyarmışlar,diğer yandan,tarikat ve tasavvufun önemine işaret etmişlerdir.

İmam-ı Malik hazretleri buyurdu ki:
(Fıkhı öğrenmeden tasavvuf ile uğraşan dinden çıkar, zındık olur. Fıkhı öğrenip tasavvuftan haberi olmayan bid'at ehli, sapık olur. Her ikisini edinen hakikate kavuşur.) [Merec-ül bahreyn]

Tarikat, tasavvufun sistemleşmiş şeklidir. Tarîkatlar, hakikatlerin yollarıdır.[Nursi,sözler]
Tarîkatlar, şeriatın birer delili, ab-ı hayat dağıtan bir kevser kaynağıdırlar.[Nursi,Mektubat]

Asırlardır nice ehl-i iman, bu menba’dan içmiş, bu muazzam hazineden istifade etmiştir.

Tarîkat, hakîkate giden bir yol olmakla beraber, tek yol değildir. Bütün hak tarikatlar, esaslarını Kur’ândan almışlardır.
Tarîkatı kabul etmek istemeyen bazı kimselerin, "Hz. Peygamber devrinde tarikat mı vardı?" şeklindeki soruları, bir laf ebeliğinden ibarettir.

Zira, tarîkatın bütün esasları, zaten Resulullah’ın tatbikatına dayanmaktadır. Yani, uygulama vardır, fakat adı tarikat değildir. Tarikatın belli bir sistem içinde ortaya çıkması , hicri 3. asra dayanır. Cüneyd-i Bağdadî, Bayezid-i Bistami gibi zatlar, tarîkatın ilk önderlerindendir. Daha sonraki dönemlerde gelen Şah-ı Nakşibend, Abdülkadir-i Geylanî, Mevlâna Celaleddin-i Rûmi, İmam-ı Rabbani gibi zatlar ise, tarîkatın en meşhur kahramanlarıdırlar.


Allahu Teâla bir Âyet-i kerime’sinde:
"Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol tayin ettik." buyuruyor. (Mâide: 48)

Fahrüddin-i Râzi -rahmetullahi aleyh- Hazretleri ve diğer bazı müfessirler bu Âyet-i kerime’ye:
"Ey kullarım! Sizin her birinize iki şeyi vâcip ettim. Evvelâ şeriat, sonra da tarikat." mânâsını vermişlerdir. Çünkü "Minhac"ın kelime mânâsı "Münevver bir yol" demektir.
"Minhac" kelimesinden kastedilen münevver yol "Şeriatın güzelliklerinin bütünü" olduğuna göre, şeriat yolun başı, tarikat da devamıdır.

Bir ayeti kerimdede yüce Allah şöyle buyuruyor :

"Şüphesiz ki ben, tevbe ve iman edip salih âmellerde bulunan, sonra da doğru yolda sebat edenleri çok bağışlayıcıyım" [Taha 82]

Müfessirler ayetteki "Sonra doğru yolda sebat eden" ifadesi hakkında çok değişik görüşler belirtmişlerdir. Bunun sebebi şudur: Tevbe ve iman edip, sâlih ameller işleyenlerin mutlaka "muhtedi" (hidayete ulaşmış ve onda sebat etmiş) kimselerden olmaları gerekir. Dolayısıyla bütün bunlara rağmen Cenâb-ı Hakk'ın "Sonra doğru yolda sebat eden" buyurmasının hikmeti nedir?

Müfessirlerin bir kısmı şu şekilde yorumlamışlardır:

İmandan maksad, delile dayalı olan itikaddır. Amel-i sâlih de, uzuvların amellerine şarettir. Geriye kalbi kötü huylardan temizlenme işi kalmıştır. İşte bu da sûfilerin dünde "tarikat" diye adlandırılan şeydir. Sonra sûfiye, eşyanın hakikatinin gözükmesi, yine sûfilerin dilinde, "hakikat" diye adlandırılır, işte ayetteki, "Sonra doğru yolda sebat eden" ifadesi ile, bu iki mertebe kastedilmiştir.Yani, tarikat ve hakikat mertebeleri .[Tefsiri Kebir]

 http://mescid.blogcu.com

Tasavvuf, kalbi saf yapmak, kötü huylardan temizlemek ve iyi huylarla doldurmak demektir. Tasavvuf hâl işi olduğu için, yaşayan bilir, tarif ile anlaşılmaz.
Tasavvuf ilmi, kalb ile yapılması ve sakınılması gereken şeyleri ve kalbin, ruhun temizlenmesi yollarını öğretir. Buna (Ahlak ilmi) de denir.
Tasavvuf ehli, kendi derecesine göre, tasavvufu tarif etmiştir. Birkaçı şöyle:
Tasavvuf, dinin emirlerine uyup, yasaklarından kaçarak kalbi kötü huylardan temizleyip, iyi huylarla doldurmak demektir.
Tasavvuf, sünnet-i seniyyeye yapışmak ve bid'atlerden kaçmaktır.
Tasavvuf, nefsin iman ve itaat etmesi, bütün ibadetlerin ve bütün hayırlı işlerin hakiki ve kusursuz olmasıdır. Allahü teâlânın lütuf ve ihsanı ile daha yükseklere çıkanlar da olur.
Tasavvuf, fâni olan her şeyden yüz çevirip, baki olana (Allaha) bağlanmaktır.
 
Facebook beğen
 
 
bu siteyi 83376 ziyaretçigördü
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol